bugün

entry'ler (149)

aleksey sokolov

türkçe'ye semir aslanyürek tarafından çevirilmiş "sinema ve televizyonda görüntü kurgusu" isimli bir kitabı vardır. ilk sayfasında hüseyin ebu ali ibn sina ya ait bir cümle yazar: "kendini hissettiren organ hastadır".

kavramlarda boğulmak

kavramlarda boğulmak; diyalektik materyalizmin tarihsel gelişim süreci içerisinde realist ve sürrealist akımların komplimenter ilişkiye girmesi sonucu doğan döngüsel akılcılığa erişme sürecine girmiş enternasyolist beşeriyetin pozitivist yaklaşımlar bağlamında ele aldığı globalleşme karşıtı anlık depreşmeler ve tepkimeler çerçevesinde ortaya çıkan illegal söylemlerin ve dahası eylemlerin pragmatik açıdan hat safhaya ulaşan post modernizmsel davranışlar ve fenomolojiye sırtını dayamış anti rasyonalist mesajlar bombardımanı içerisinde kafası karışmış ve hayatı sikilmiş bireyin dünya dışı bir takım dogmatik varlıkları kabullenememesi sürecinde ortaya koyduğu nihilizm benzeri bir takım anti analitik ve varoluşsal kaygılarının provake edilmesiyle iyice çıkmazlara sürüklenen kaotik dünyanın saltık us ile kavranmaya çalışılmasının aksine emprik açıdan metafiziğe bağlı semptomlarla tanımalama çabasına girişim eğiliminin pozitivistik bir ürünüdür.

kurgu

bir film yapımının post production aşamasında kabaca görüntüleri kesme-yapıştırma işlemidir. bu işlemi ifade etmek için montaj ve edit gibi farklı dillerden gelme kelimeler de kullanılır. işleme edit derseniz işlemi yapan kişiye editör dersiniz. bunu dediğiniz zaman sektör dışında kalan kişiler senaryo metnini vs. düzenleyen kişi olarak algılarlar. montajcı dediğiniz zaman da mobilya montajcısı algılanma riski vardır. kurgu iyidir fakat kişiler bir film hakkında kurgusu çok iyiydi derken genellikle olay örgüsünü kastederler. bu yanlıştır. olay örgüsü senaristin kurgusudur. kurgucu yazılmış ve çekilmiş görüntüleri kurgular. olmayan bir şeyi var etmez. ancak onu yönetir. duygu yönetimidir bir anlamda kurguculuk. seyirciye hikayeyi en iyi şekilde aktarmaktır amaç. devamlılık, akıcılık ve açıklayıcı olmak gibi esasları vardır. bunun dışında da yüzlerce kuralı, incelikleri vardır. bu incelikler başarılı bir şekilde yerine getirilmezse seyirci kaybına neden olunabilir. tabi seyirci bunu anlamaz. kurgusu iyi değildi o yüzden izlemeyi bıraktım demez. ancak kurguda seyirciyi rahatsız edecek kesmeler yapıldığında, tempo iyi ayarlanmadığında bir süre sonra seyirci sıkılır. sıkılınca da algısı kopar. nice iyi film kurgu masasında helak edilmiştir. ama bundan daha çok nice kötü yönetmenlik, kötü oyunculuk, kötü çekim kurgu masasında kurtarılmıştır. hatta bu alışkanlık haline gelmiştir ki "kurgu"ya kurtarma masası olarak bakılır. "kurguda hallederiz" diye kötü bir deyiş vardır hatta. kimisi de kurguya olağan dışı efektler olarak bakar ki bu da yanlıştır. compositing de bir post production işlemidir fakat kurgunun kendisi değilidir. ses mixajı ve color correction da(renk düzeltme) compositing gibi post production aşamsında olan fakat kurgu olmayan işlemlerdir.
kurguculuk kendi çapında bir yaşam tarzıdır. oturduğunuz yerden çalışırsınız. karanlık odalarda, sabahlara kadar bir mücadele içindesinizdir. yönetmene, kameramana ve oyuncuya küfür etmek hakkınızdır. çünkü kurgunuzu bozarlar. koltuklarda uyur, sigara dumanında boğulursunuz.

uludağ sözlük aşık atışması

sıkıntımdan millete çattım
derdimi ortalığa saçtım
sazımı başkasına sattım
neyse hadi ben kaçtım

uludağ sözlük aşık atışması

ne kafiye var ne aruz
türkçe katliama maruz
yatın uyuyun ya da
açın bir meydan larousse

bratya karamazovi

936 sayfalık(iletişim yayınları) etkileyici roman. bitirdikten sonra insanın içinde bir hayat bitirmiş de yeni bir hayata başlamaya hazırmış gibi bir his uyandırıyor. dostoyevski yine dehasına hayran bırakıyor. romanda bir karakterine "en usta romancının bile gözünden kaçacak sürüyle detayla doludur hayat" dedirtmesine rağmen, kendi yarattığı dünyaya şaşırtıcı derecede hakim.

--spoiler--
- oğuz atay'ın büyük eseri tehlikeli oyunlar'ın baş karakteri hikmet benol bazı bölümlerde cümle sonlarında gülme efekti olarak ha-ha diyor. tıpkı dimitri fyodoroviç karamazov bir kaç bölümde dediği gibi.
- yine bir oğuz atay romanı tutunamayanlar'da turgut'un genel evde alem yaptığı sahne, yine mitya(dimitri) fyodoroviç'in mokroye köyünde yaptığı aleme anlatış bakımından çok benziyor.
- oğuz atay'la ilgili bir benzerlik daha vardı ama unuttum şimdi, hatırlarsam eklerim.
- dimitri fyodoroviç karamazov fena halde santino "sony" carleone'ye benziyor. okurken sürekli sony geldi gözümün önüne. ikisi de hırçın, öfkeli dışadönük ve şehvet düşkünü.
- ivan fyodoroviç karamazov ise başka bir karaktere değil direkt gerçek bir filozofa, frederich nietzsche'ye benziyor. özellikle şizofreniyle(kitapta şeytan diye geçiyor) konuşmalarında bahsettiği, tanrı inancından vazgeçildikten sonra ortaya çıkacak yeni insan modeli tanrı-insan tıpkı nietzsche'nin "üstün-insan"ına(übermench) benziyor. ivan fyodoroviç'in roman sonunda humma nöbetine kapılarak delirmesi de bu benzerliği gözümde iyice pekiştirdi.
- yine ivan fyodoroviç'in şizofreni ya da alter egosu sigmund freud'a ilham kaynağı olmuş gibi görünüyor.
- mahkeme sahnesinde savcı ve iddianamesi çok bayık. okurken daraldım.avukatın savunması da bir o kadar ilgi çekici. belki de suçluyu bildiğimizdendir.
- ivan fyodoroviç gibi soğuk bir yaradılışın herşeyi bilen tek kişi olarak mahkeme günü delirmesi olacak iş değil.
- "gerçek kapıdan kovsan bacadan girer" diyor savunma avukatı ama gerçek ortaya çıkmadan bitiyor kitap, ivan fyodoroviç iyileşiyor mu, iyileşip de herşeyi açıklığa kavuşturuyor mu bilemiyoruz. dostumuz dostoyevski'de bilmiyor sanırım, yoksa bildiğini saklayacak adam değildir.
- roman küçük bir çocuğun, ilyuşa'nın ölümüyle bitiyor, ama alyoşa fyodoroviç bu ölümün üzerine umutlu bir nutuk çekiyor. cenazeye gelen çocuklara "ömrünüz boyunca şu anki duygularınızı, mutluluğunuzu unutmayın" diyor.

--spoiler--

kurgu

sabah oluyor, bir gün genel koymalı, yok gerçekten sabah oluyor. olayların yerini değiştirelim. sigara dumanı beynimi bulandırdı. sigaraya bir blur yapalım. çocukluğumu alıp gençliğimin yerine koyayım. öğrenciliğimi biraz uzatayım. trip edit diyorum ben buna. ayrılık sahnelerini slow okuyalım. beğenmediğimiz yerleri atalım. acaba senaryo ne diyor? bir sonraki sahnede ne olacak? şu küçük mutluluk sekansını looplayalım. aksı kırıldı yüzümün. sakkallarım uzadı. dışarda ne oluyor acaba, gündemi ne ülkenin? gündeme assamble girelim. düşüncelerimin devamlılığı tutmuyor. aklım tıkladı. tarama yapmalı. sen ne biçim adamsın? hangi sevgilim karakteri demişti onu. fazla karıştırdık. bu sahneyi komple atalım. hayatımda offlinelar var. silinmiş hatıralar. konuşmasınlar. işlerine baksınlar. burayı tersten okuyalım. bunun annesi kimdi. bilmem. unuttum. haydi olayları ve karakterleri tümden değiştirelim

behzat ç seni kalbime gömdüm

Filmin ismini ve afişini çok beğenmiştim ancak kendisi beklentilerimi karşılamadı. Öncelikle teknik anlamda çok zayıf. Bir dizi gibi çekilmiş. Zaten en başında 1.85 boyutlarında olması beni hayal kırıklığına uğrattı. Sinema dediğin 2.35 olmalıdır. Dizi izleyicisini hedef kitle belirleyebilirsiniz elbette ama sinema sinemadır değil mi? Ve büyük perdede gösterilir. Kadrajlar ona göre kurulur. Gerçi işin başında sinemacı adam Serdar Akar var, bize laf düşmez ama hocam gören göz görür. Aceleye gelmiş ve sanki pek özen gösterilmemiş gibi. izleyiciyi çantada keklik görmüşler sanırım. Ankara genelleri dizi arşivinden kullanmışlar sanki. Olmamış. Grenli olmuş. Bunun dışında da çok sayıda grenli plan var. Ses etkili bir biçimde kullanılmamış. Bu konuda da 'dizi gibi'lik devam ediyor. Bir kaç görsel efekt vardı. Çok basit ve amatörceyd. Teknik yetkinlikten yoksundu kısacası.

--spoiler--

Hikaye genel anlamda iyi ancak senaryo olarak pek başarılı değil. Öncelikle seri katil çok iyi aktarılmamış. (Dizi gibilik devam ediyor) Ürkütücü ve gizemli değil. Diri diri gömülmek durumu kendi başına bir gerilim unsuruyken filmde hiç üzerinde durulmamış. Ayrıca büyüklerden baskı gelmesi ve yetimhane çaocuğunun intikamı dizide karşılaştığımız konular. Tekrarlama var. Espriler gayet başarılı. iyi bir komedi filmi olacak düzeyde. Sevdiğimiz karakterler de(Hayalet, Akbaba,Harun,Behzat) dizideki özelliklerini korumuşlar. (Dizi filmden sinema olan projelerin en çok yaptığı hata sinemaya geçince karakterin farklılaşmasıdır.) Film gerilimi sağlamıyor mu? evet sağlıyor. Finale doğru geriliyorsunuz ancak final bu gerilimi maalesef karşılamıyor. Aksine çok havada ve anlamsız bitiyor. Açıklanacak bir sır kalmıyor ve olan bir olay yok. Bir kaç sahne çok başarılı olmuş; Hiç tanımadığı birine kızı sanıp sarılması ve kendi kendilerine kaza yapmaları gibi.. Genel anlamda beklentilerimi karşılamasa da iyi bir Behzat Ç bölümünü sinema perdesinde izlemek gibi bir mantıkla sinemada izlenmelidir. Ayrıca dizinin televizyon dünyasındaki duruşu bile bu filme saygı göstermeye yeter.

Son olarak Serdar Akar'ı bilenlerbitmeden bitmez ne anlama gelir bilirler. Ve jenerik bitmeden filmi bitirmezler.
--spoiler--

hayata atılmak

--spoiler--
Önce hayata atıldım. Fakat bunu nasıl yaptığımı bir türlü anlayamadım.(Bir durumdan başka bir duruma nasıl geçtiğimi zaten bir türlü kavrayamam. Mesela, karanlıktan sonra birdenbire nasıl aydınlık olur, albayım? Siz hiç görebildiniz mi?) Heralde bir süre, hiç kımıldamadan beklemeliydim; sonra hayata yavaş yavaş atılmalıydım. Oysa bana birdenbire işte evlendin ya, hayatını kazanıyorsun ya, o halde hayata atıldın, dediler.(Tam atıldığım sırada söyleselerdi ya.)...
--spoiler--
(bkz: Oğuz Atay)
(bkz: Tehlikeli Oyunlar)

niye

beni bu son, duyuşun anne
artık bırak yakamı
yürünüyor bak emeklemeden de
düşmekte varmış niye söylemedin

beni bu son, duyuşun anne
artık bırak yakamı
yasakları ilk sen koydun önüme
düşmekte varmış niye söylemedin?

beni bu son, duyuşun anne
artık bırak yakamı
yürünüyor bak emeklemeden de
düşmekte varmış niye söylemedin?

beni bu son, duyuşun anne
artık bırak yakamı
merak etme canıma kıymam
bunu sen istedin niye ağlıyorsun?

beni bu son, duyuşun anne
artık bırak yakamı

gibi sözleri olan bir gökhan kırdar parçası. trip albümünden. severim.

bir şeyler yazdım

sızarken..

Bi' konuşabilseydim anlatırdım. Ben aslında bu kadar çabuk sızmam a dostlar. Ama bu aralar üzerimde kronik bir yorgunluk var. Kronik ne ya. Süreklileşmiş bir yorgunluk var. Süreklileşmişmiş. Geç. Sürekli yorgunum abi. Oysa ne kadar sevebileceğim bir atmosfer var içerde. Ne güzel konuşmalar yapıyorlar. Hepsi yayılmış, sakin sakin saçmalıyorlar. Aslında onlar benden daha sarhoşlar. Ben olsaydım, ben de varım da yani konuşabilseydim, ne kadar yaratıcı saçmalıklar konuşurdum şimdi. Ah bir gözümü açabilseydim, o zaman konuşabilirdim de belki, etkilerdim onları. Onları etkilemek için yani, mutluluğumun karşılığı. "Kafanı nereye koyduysan orda uyudun" diye acısalar bana . Kim demişti. Bugün mail attı bana. "Durum çok ciddi Bilge". Çok yalnızım albayım. "Çok yalnızım yaa". Kaybedenler kulübüymüş. Bu nasıl yalnızlık amınakoyim, yalnızlık tek başına kalmak değildir. Peki ya nedir? Ben nerden bileyim nedir? Sen bilmezsen kim bilecek. Benden bahsediyorlar. Bana sesleniyor şimdi. Gülmemeliyim, güldüm. Durumu kurtarmalıyım. Çok yorgunum kuzen yaa diyeceğim, diyemiyorum. Gülüyorum. Rezil oldum, olmadım. Rahatlamalıyım biraz. Yeni karar verdim. Çok yorgunum kuzen yaa. Konuyu değiştirin amınakyoim. Kendi içinize dönün. Duman kokuyor. Sakın klişe bir söz etmeyin kusarım. Yemin ederim şu masanın ortasına kusarım. Rezil rüsva olur ortalık. Bi' kere sergen ufuğun kafasına kusmuştu. Gülmüştük. Gülüyorum. "istersen biraz uzan". işte klişe bir şey geldi dayanmıyorum. Kusucam. Dur sorun yok, iyiyim. Önce gözleri açacağım, açtım. Çekmiyor dünya. Kareler zıplayıp duruyor, sorun yok. Kafama doğru sinyal gelmiyor. Frekans kaydı. Cızırdıyor aklım. Kararlıyım, aya kalkacağım. Bana bakıyorlar, kalktım. Sehpaya çarptım. Kendimi kontrol etmeye çalıştıkça daha kötü oluyor. Kendimi bırakıyorum, yürüyeceğim, yürüyorum. Zigzag yaptım, şu odadan çıksam rahatlayacağım. Sorun yok. Bana bakıyorlar. Çıktım. Lavaboya dayandım. "işte 20. yüzyıl asfalta kusmak". Bu da benden "işte 21. hava soğuk oluyor, bütün bir yığın insanlık internetten havanın soğuk olduğunu yazıyor yüzyıl, ya da sıcak". "Bu ne sıcak yaa". "Allah belanızı versin, bu ne sıcak kardeşim". Kusayım bari. Kimse yok. işte bana sesleniyor. Demek ki geleli uzun süre oldu. "iyiyim iyiyim". Yüzümü yıkayınca normale döndüm. Şimdi gidip onlar gibi olacağım. Ne yaptın içerde. Kustum amınakoyim. Ne var?. Duramıyorum. Kafamı koymamalıyım. Olmuyor. Yüzümü kapatayım kolumla, son bir direnç. Tamam. Tamam kabul ediyorum. Ben bir fiyaskoyum. Rahatladınız mı, ben rahatladım. Hadi düşünün ne düşünürseniz. Onlardan değilim, olmak isterdim ama. Liseden beri arkadaşlar. Aralarından su sızmaz. Ben arada bir gelirim. Muhabbet ederim. Beni aramazlar nerelerdesin diye. Arayanlar var ama. Benim aramızdan su sızmayan arkadaşlarım var ne var yani. Ama şimdi burdayım, burası gerçek. işte dokunsalar ürperirim. işte ben de varoluşuyorum. Bütün vücudumu kendi kendime hissediyorum. Biraz daha hassaslaşırsam kanımın akışını hissedeceğim. Yorgunum abi ben. Çok yorgunum hem de. Öyle böyle değil. Rakıdan değil. Öbüründen hiç değil. Çalıştığım iş, hem vücut yoruyor, hem de beyin. Ayrıca aklım yorgun. Hiç biriniz benim kadar çok düşünmediniz. Ben sizden değilim. Ama gerçek şu ki olmak isterdim. Benim de onlardan olduğum birileri var. Hayır yok. Benim hep insanlarla aramda bir mesafe vardır. Hiç ait olamam. Hep lanet egomdan dolayı. Benim komplekslerim aynı zamanda egom. Bi' türlü yok edemedim şu amonakoduğumunun egosunu. Defalarca parçalandı. Yok oldu dedim, küllerinden daha güçlü doğdu. Bi' soraki parçalanış daha şiddetli oldu. Benimle yalnızlık yarışına girmeyin dostlarım, ben daha yalnızım. Vicdanım acıyor. Vicdanımı sikeyim. Benden bi' bok olmaz oğlum. Uyusam en iyisi. Ben bir yerlerde yatayım kuzen. Gülüyorlar buna da. Sarhoşlar. Ben çok kötüyüm Bilge. "Zamanın eli değidi bize". Bazıları başka olur, bunu kabul edelim. insanlar eşit değildir. Ah yüzüme toprak atacaklar. Üzerime bir yığın toprak örtecekler. Boğulacağım o toprağın altında. Olacak bu biliyorum. Ben babaım üzerine toprak atmış adamım. Beynimde travmalar var. O duvara baktığımı hatırlıyorum, o çığlıkları hatırlıyorum. Canım acıyor anlıyor musun? Çenem acıyor. Dişlerimi acıyor. Korkuyorum albayım. Salla domat. O sahneyi ben yapmıştım. Sahne yapıyorum. Ben kim oluyorum da yeni bir dünya yaratıyorum. "Biz kim oluyoruz da adam kurtarıyoruz lan". Biz kimiz de hikaye yazıyoruz. "Bütün günahlar tanrıyı kıskanmaktan doğuyor". Tabi yaa. Herkes birilerine karşı tanrıcılık oynuyor. Patronunun kulu oluyor, karısının tanrısı. Çocuk yapıyor, tanrıcılık oynamak için. Tyler'a geldik. inecek var. "Biz babalarımızı tanrı yerine koyduk, sonra onlar öldü. Biz de tanrısız kaldık. Sonra kendimize yeni tanrılar aramaya başladık". Zaten biz kendimize hep kullar ya da tanrılar aradık. Ama olmadı. Uyumuyorum. Duyuyorum sizi. Lütfen biraz konuşun. Hayat güzel şey çünkü. iyi ki doğdun kuzen. iyi ki varsın. Ama olmadı. Bizim ne tanrılığımız tam oldu, ne de kulluğumuzdan memnun kaldık. Hep başkalaştık. En başta en yakınlarımız başkalaştırdı bizi. Hiç sezdirmeden hem de. Bizim yanımızda başkasıyla dalga geçtiler, biz de güldük. Sonra içimizden o başkası gibi olmamaya karar verdik. Başkası hakkında övgüleri yağdırdılar. Biz de o başkası gibi olmaya karar verdik gizli gizli. Biz de gidip başkasına birilerini övdük, başka birileriyle dalga geçtik. işte biz medeniyeti böyle yaptık. Varoluşumuz ne oldu peki? Onu unuttuk. "Geç bunları anam babam geç, geç bunları bir kalem". Uyuyorum. işte ben ölümün sevdiğim yanını uyuyarak yaşıyorum. Daha fazlasını istemiyorum ben. Ama ben insanım. Bu konuda yapacak bir şeyim yok. Ne olur bilinçaltım, bunun sorumluluğunu bari benim sırtıma yükleme. Dur yapma, benim karşımda diz çökme! "Senin karşında değil, insanlığın çektiği acılar karşısında diz çöküyorum." Uyudum.

yazarların gördüğü kabuslar

Rüyalar gelecekten haber mi verir, yoksa bilinçaltının birbirine karıştırdığı metaforlar mıdır? Yani geçmişle ilgili midir yoksa gelecekle mi? Medeniyet bunun kararını kesin olarak verebilmiş durumda mı bilmiyorum.

Geçen günlerin birinin önceki gecesinde gördüğüm bir rüya üzerimde garip "mallık" etkisi bıraktı. Bütün gün yılan tarafından sokulmuş bir kurbağa gibi dolaştım ortalıkta. Rüyamda da yılanların saldırısına uğramıştım zaten. internete girip annemler gibi rüya tabirlerine baktım, şirketteki orta yaşlı kadınlara anlatıp "allah hayırlara yazsın" dedim. Yılan düşman demekmiş bunu biliyorum artık. Zaten bu kadar yaklaşık sonucun düşman demesine gerek yoktu. Bir kitle yılanın saldırısından sonra, başka bir şey düşünemezdim.

Toprak bir yolda yürüyorum. Yolumun üzerinde bir kaç yılan beni görür görmez ayağa dikilip saldırı pozisyonuna geçiyor. Onların üzerinde geçmemek için sağa doğru kayıyorum. Saldırıyorlar, uzanamıyorlar. Ama daha fazlası çıkıyor karşıma, bu kez sağımda solumda yılanın olmadığı kaçabileceğim bir yer yok. Mecbur aralarına yürüyorum. ilk ısırığı aldığımda koşmaya başlıyorum. Ben üzerilerine doğru kaçtıkça daha fazlalaşıyorlar. Bacaklarımdan kollarımdan ısırıyorlar. Yılan ısırır mı hiç? Isırık acısı gibi geliyor bana. Boynuma takılıyor bir tanesi, gittikçe ilerleyemez oluyorum. Ayaklarım takılıyor tekliyorum. Bu arada her yerim acı içinde. Geri gönmeye kalkışıyorum, takılıp düşüyorum. Bir de bunların zehirli olduğu geliyor aklıma, öleceğimin kesinleştiğini düşünüyorum. Ama bırakamıyorum kendimi. Kaçmaya çalışmaya devam ediyorum. Canım acıyor çünkü, ama kaçamıyorum. Olay birden yatağımda devam ediyor. Uyanıyorum. Yatağa yokluyorum hemen, yılan yok. Bacağımı tutuyorum kan var mı diye, hiç bir şey yok. Ama uyanmama rağmen acı içinde..

Benim bu kadar düşmanımın olduğunu sanmıyorum. Bunlar zaten birileri olamaz, olsa olsa herkes olabilir.

Şimdi bu geleceğime ilgilyese, ben bir kaç düşman görünce kaçmamalıyım. Üzerilerine yürüyüp yoluma devam etmeliyim. Ama bunun bir uyarı olduğunu sanmıyorum. Eğer gelecekten haber veriyorsa, kaçacağım sanırım.

Geçmişimle ilgiliyse, ben bir kaç düşman görünce sağa doğru kaçtım. Yürüdükçe çoğaldılar. Koştukça bir girdap haline geldiler. Ben yılanların içinde kayboldum. Ve şimdi uyuşmuş gibiyim. O ilk yılanlardan kaçmayacaktım. Yanlış yaptım. Bana geçmişimle ilgili olduğu düşüncesi daha doğru gibi geldi. Bir de şunu merak ediyorum. Sola doğru kaçsaydım ne olacaktı acaba? Yine aynı şey olacaktı.

Geçmiş zamanlarda şunu düşünmüştüm. Kaçışı yok, ne olursa olsun. Birey eğer bireyse, toplum her zaman bireyin düşmanıdır. Ve yadsınamaz bir doğallıkla, birey daima yenilecektir.

vali

bir şarkı adı. şarkının sahibi rakı. sözleri şöyle;

"
marquıs de sade mısın
aaaaaa ümit özat mısın
ben bir valiyim ben bir valiyim ben..
kaldır kolunu lefteer indir kolunu lefteer

sen gidince kendimi çok kötü hissettim
sen gidince çirkin kızları istedim

marquıs de sade mısın
aaaaaaa ümit özat mısın

ben bir valiyim ben bir valiyim b..
kaldır kolunu lefter indir kolunu lefter ben bir valiyim

aaa ben bir valiyim ben bir valiyim
diz çökün ömümde diz çökün gelin elimi öpün ben bir valiyim

ben bir valiyim..
"

mutsuzluğun kaynağı

benim fikrime göre zamandır. bir başka bakış açısıyla dünyanın dönmesidir. mutlu olduğumuz anlarda geçmişi özlemeyiz ve gelecek kaygısı yaşamayız. zamanın hızlı geçmesini istemeyiz. aksine hep mutlu olduğumuz zamanları sonradan düşündüğümüzde zamanın nasıl da hızlı geçtiğini görürüz. bu durumda mutluluk zamanın hızlı geçmesi oluyor. bir başka bakış açısıyla dünya dönerken onun ritmini yakalayabilmek oluyor.

bu aralar biraz mutsuzluk borcum var. ama bunu ödemeye yüzüm yok. insanlar beni kıskanıyorlar çünkü. bir şekilde mutsuzluğumda bile mutlu olduğumu sanıyorlar. çünkü yaşadığım anlara değer veriyorum. burdan bir mutsuzluk kaynağı daha çıkıyor. o da başkalarının mutluluğu.. yani kıskançlık..

düşünmek

Daha önce düşünmenin zor olduğunu söylediğimi hatırlıyorum. Hala aynısını düşünüyorum. Bugün ayak üstü bir tartışmada "düşünmek çok kolay, yaşamak zor" dedim. Bu doğru, ikisi farklı. Özgür düşünmek zor. Fakat gördüklerini duyduklarını bir araya getirip, kendini delice ikna edip düşünmek çok kolay. Bu düşünceyi olur olmaz yerde kendini kanıtlamaya çabalarcasına savunmak da ikinci perde. Özellikle benzetmeler çok tehlikeli. Çok ikna edici aynı zamanda aldatıcı olurlar.

insan ruhu ne kadar karanlıksa zihni de o kadar karmaşık.

yalan konuşmayan dürüst insanlar

insanlıkta böyle bir tür yoktur. konuşanlar konuştuklarının yalan olup olmadığının farkında değillerdir çünkü. ancak konuştukları üzerine uzun uzun düşünürlerse belki farkedebilirler. ben böyle düşünüyorum ama bu düşüncemin çok da arkasında değilim. ama ne olursa olsun bu benim düşüncem ve ona sahip çıkmalıyım. arkasında değilim derken emin değilim demek istedim yaklaşık olarak. emin olmayınca da ikna edici olamıyoruz ama olsun. emin olmadığımız düşünce ile durduk yere kandırmayalım insanları. yazıktır.

yazarların tahammül edemediği şeyler

(bkz: seremoni)

sözlük yazarlarından aforizmalar

bu hayatta en önemli şey müziktir, sinema hayattan daha önemlidir..

saçmalamak

Sevgili dostlarım...

Benim küçük bir hayatım var. Bunu izlediğim filmler sonrasında anladım. Ben yürürken ortalıkta etkileyci bir müzik çalmıyor. Elime silah almıyorum ve beni öldürmeye çalışmıyorlar. Zaten öldürmeye çalışsalar hemen öldürürler. Hapise hiç düşmedim. Peşimde ajanlar yok. Öyle büyük patlamalar yaşamıyorum. Yaşasam bile bana hak verecek ve benimle gururlanacak bir seyirci yok. Aman aman büyük aşklar da yaşamıyorum. Konuşurken öyle sofistike cümleler kurmuyorum. Hiç her şeyi geride bırakıp alıp başımı gitmedim. Uzaklara dalıyorum arada bir ama bu benim hayatımı büyük yapmaya yetmez. Bazen odaya kapanıyorum. "O odadan nefret ediyorum yine de o odadan çıkmıyorum". Sevdalandığım ve hayaller kurduğum da doğrudur. Bazen acı çekiyorum. Ama yok.

Ama size sinematografik ve basit bir şey anlatacağım. Işığı kapattım, yatağıma uzandım ve düşünmeye başladım. Parktan sesler geliyordu. Kalktım oturdum biraz öylece. Yeniden yattım. Tişörtümü çıkarttım. Yüzükoyun döndüm, sırtüstü döndüm. Kalktım ışığı yaktım. Oturdum düşündüm. Uzandım. Işığa baktım. Gözlerimi kapattım. Kalktım bir kitap aldım elime. Okudum. Paragraf başına belki onuncu kere geri dönünce bıraktım. Başka bir kitap aldım okudum. Anlamadım okuduğumu yine de okudum. Bıraktım kitabı. Gittim küllüğü boşalttım. Geldim. Oturdum. Yazı yazmaya yeltendim. Olmadı. Birer birer sildim yazdıklarımı. Neden bunları yaptığımı merak ettiniz değil mi?

işte şimdi benim büyük bir hayatım oldu.

yağmur

Yağmur üzerine onca şarkı yazılıyor, onca şiir yazılmış. Türkçe kelimesi de gerçekten güzel. Yağmur. Kelimelerle uğraşan her sanatçı en az üç eserinde yağmur diyor. Geçen gün iki katlı otobüsün üst katının en ön koltuğunda oturdum. Yağmur yağıyordu. Trafik vardı. Akşamüstüydü. Yani farlar açıktı ve arabaları arkadan gördüğüm için kırmızı ışıklarını görüyordum. Yağmurdan dolayı da her şey bulanık görünüyordu. Şimdi bununla ilgili dokunaklı bir şeyler yazacak gibi duruyorum ama yok öyle bir şey. Bu kadar.

Yok yazının bundan sonraki bölümlerinde de aynı şeyi yapıp "öhh" dedirtmeyeceğim. Aslında biraz hislerimden dem vurmak istiyorum ama bana engel olan bir şeyler var. isim koymak ve yargılarda bulunmak beni rahatsız ediyor. Hele hislerimi tanımladığım zaman bambaşka bir huzursuzluğun içinde buluyorum kendimi. işte benim özgürlükten kastım bambaşka bir şeydir. Ama buna rağmen deliler gibi tanımlamak istiyorum onları...

Düşünme gibi hissetmelerinde şekilleri daha önceden çizilmiş. Bu şekillerin dışına her insan en az bir defa çıkıyordur eminim ama o anda o his için söylenecek bir kelime veya bir cümle olmadığı için başka bir şeye benzetmeye çalışıyor. Benzetemediyse de gidiyor onu müzik yapıyor olmadı şiir yapıyor, bazen de birleştirip şarkı yapıyor. Öylelerine sanatçı diyoruz. Diğerlerimiz ise o yapılmış esere benzetiyoruz hissettiklerimizi. Halbuki demeyiver, ne olcak ki? Bu aşk mı acaba diye sorma kendine. Sevgi mi bu, yok biraz daha azı ne oluyordu hoşlanmak. Adı neydi bu hisin sıla mıydı, gurbet miydi? Neyse o aslında gerisi fasa fiso. Söylenen sözler de duyguların değerini düşürüyor kimi zaman. insan olarak şiirlerin, şarkıların duygulara anlam kattığını, onlar olmadığı sürece bir anlamları olmadıklarını sanıyoruz. Bunun böyle olduğunu bütün samimiyetimle inanıyorum bazen. Yağmur işte lan diyorum. Ne var bunda. Susuyorum ve su içiyorum gibi işte. Olayı dramatikleştirmenin ne anlamı var. Ama öyle değil sanırım. Koskoca bir metabolizma var burda ve milyonlarca hücre dolaşıyor. Kan dolaşıyor bütün bedenin içinde. Bir de koskoca bir ruh var içinde. istiyor, eziliyor, coşuyor, boğuluyor, aşka geliyor, falan oluyor filan oluyor... Yağmur bunların ne kadarını anlatabilir ki?(Bu arada yağmuru baya baya kullandım, planlamamıştım oysa ki.)

Şöyle bir şey okumuştum sanatla ilgili bir kitapta: "Bütün sanatlar müziğin konumunu arzular. Çünkü en soyut ve estetik olanı odur". Burda estetik bir kenarda dursun, soyut oluşu çok büyük önem taşıyor. Bir melodi kulaklarında çınlasın ve o an ne düşünürsen düşün, ne hissedersen hisset. Sana yön verecektir mutlaka, ama haddini aşmayacaktır öyle zannediyorum ki. Elbette şiirden, sözden kaçınmalıyız önermeli bir yazı değil bu. Bir yargı koymak istemiyorum ortaya. Zaten şiiri ve kelimeleri de çok severim. Ama biraz anlaşılmaz olacaklar, bana da biraz alan bırakacaklar. Yok bu da olmadı. Çünkü zerre yer bırakmayan, hatta cuk oturan şiirler de bilirim sevdiğim, ama onlar da belirli bir estetik ya da duruş taşıyorlar. Belki de estetik soyutu yanında taşıyordur, ne bileyim. işte istesem de bir yargıda bulunamıyorum. Hiç bir şey den emin olamayan bu kafamı ben sevsem mi sevmesem mi, emin değilim..

Ama güzel bir şey yapacağım gibi hissediyorum. Farklı bir şey yaşayacağım. Öyle yazılı olmayan kurallarda kaybolmayacak. Klişeler içinde boğulmayacak. ismi olmayan ama cismi bal gibi de olan bir şey. Unutulmayacak, bir başangıç ve bir son taşımayan. Yalnızlıktan ayırmayacak ve ayrılığa müsaade etmeyen. ihanetin söz konusu olamayacağı. Bu kadar olmayan içinde olan bir şey olabilir mi? Olur. Sen de havada ben diyeyim yüreklerde...

Bunların yağmurla ne ilgisi var? illaki vardır, yağmur bu..

Haziran 2010, blog